bp’nin yayımladığı “Enerji Görünümü 2025” raporu, küresel karbon emisyonlarının geleceğine dair iki farklı senaryoya dikkat çekiyor. Rapora göre, 2050 yılına kadar mevcut iklim ve enerji politikalarının izlenmesi durumunda, dünya genelindeki karbon salımı yalnızca yüzde 25 oranında azalabilecek. Bu düşüş, küresel ısınmayı 2 santigrat derecenin üzerine taşıyacak düzeyde yetersiz kalıyor.
Mevcut politikalarla emisyonlar minimuma inebilir
Ancak raporda yer alan ikinci senaryo, daha iddialı ve etkili politikaların hayata geçirilmesiyle birlikte çok daha umut verici bir tablo sunuyor. Enerji sistemlerinde hızlı karbonsuzlaşma, artan enerji verimliliği ve yenilenebilir kaynakların yaygınlaştırılması sayesinde emisyonların yüzde 90 oranında azaltılabileceği belirtiliyor. Bu da 2 derece sınırının altında kalma hedefine ulaşılmasını mümkün kılabilir.
Elektrik talebinin 2050’ye kadar iki katına çıkacağı öngörülürken, güneş ve rüzgâr enerjisi bu artışı karşılayacak en baskın kaynaklar olarak öne çıkıyor. Buna rağmen, petrolün önümüzdeki 10 ila 15 yıllık süreçte enerji sistemleri içindeki ağırlığını koruyacağı tahmin ediliyor. Kömür ise aşamalı olarak enerji denkleminden çıkarken, doğal gaz ve LNG kullanımındaki eğilimler dönüşüm hızına bağlı olarak şekillenecek.
https://futureflow.life/catilardan-daha-fazla-gunes-enerjisi-elde-edilecek/
Raporun dikkat çekici bir diğer bölümü ise yapay zekânın enerji dönüşümündeki rolü üzerine. Yapay zekâ, artan elektrik tüketimine neden olan veri merkezleriyle enerji talebini artırsa da, aynı zamanda dönüşüm sürecine katkı sağlayabilecek önemli bir araç olarak değerlendiriliyor. Yeni enerji teknolojilerinin geliştirilmesinde, sistem optimizasyonunda ve şebeke yönetiminde sunduğu imkânlar sayesinde, yapay zekâ daha verimli ve sürdürülebilir bir enerji altyapısının oluşturulmasına yardımcı olabilir.
Ayrıca, gelişmiş biyoyakıtlar, hidrojen sistemleri ve hatta nükleer füzyon gibi ileri düzey teknolojilerde de yapay zekânın itici güç olabileceği vurgulanıyor. Kısacası, rapor mevcut politikaların yetersizliğini ortaya koyarken, daha güçlü adımlar ve teknolojik gelişmelerle iklim krizine karşı çok daha etkili bir mücadele yürütmenin mümkün olduğunu gösteriyor.